Son yıllarda dünyada prematüre doğum oranı yaklaşık %12.7’ye ulaşmıştır ve GP bebekler bu doğumlardaki en hızlı büyüyen alt grubu oluşturmaktadır. GP, prematüre bebeklerin yaklaşık %74’ünü, tüm doğumların ise yaklaşık %9’unu oluşturmaktadır
17. Bu çalışmada YYBÜ yatan 1303 hastadan 208 (%15.9)‘inin, 32(0/7)-36(6/7) hafta arası olduğu ve bunların 105 (%50)’inin GP, 103 (%50)’ünün de ODP hastalar olduğu görülmüştür.
GP doğumlara neden olan maternal riskler arasında ileri ve adelosan anne yaşı, maternal obesite, PPROM, preeklempsi, intrauterin büyüme geriliği (IUBG), erken doğum eylemi yer almaktadır 18. Bu çalışmada maternal risk faktörleri arasında çoğul gebelik %14, preeklempsi %12.5, preterm erken membran rüptürü (PPROM) %9, gestasyonel diabet %4.3 oranında bulunmuştur. Binarbaşı ve ark. 19’nın yaptığı bir çalışmada geç preterm doğumların maternal risk faktörlerinden EMR %6.3, diyabet %1.8, preeklampsi %7.7 oranında saptanmıştır.
Elektif sezeryan oranlarındaki artış geç preterm doğum oranlarında artışa neden olan faktörlerden bir tanesidir. Bu çalışmada tüm gruptaki sezeryan oranı %71 oranında bulunmuştur. Ülkemizde yapılan bir çalışmada 5 geç preterm doğumlar arasındaki sezeryan oranı %85 olarak bulunmuştur.
GP bebeklerde doğum sonrası görülen en önemli sorun solunum sıkıntısıdır. Bunun en önemli nedenini, sürfaktan ve antioksidan sistemlerin olgunlaşmasını tamamlayamaması ve fetal akciğer sıvısının klirensindeki bozukluklar oluşturmaktadır. Bu sebeple bu bebeklerde YGT, RDS, apne, pnömoni, pnömotoraks gibi solunum sıkıntısı nedenleri term bebeklere oranla daha sık görülmektedir. Solunum sıkıntısı insidansı ve şiddeti gestasyonel yaş küçüldükçe artmaktadır. Otuzdokuzuncu haftada solunum sıkıntısı oranı %0.7 iken, bu oran 32-36 hafta arasında olan bebeklerde ise %5-30 oranında değişir (5 ve 20). İnvaziv ve invaziv olmayan solunum desteği, sürfaktan tedavisi geç preterm bebeklerde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada 208 prematüreden 176 (%84)’sına solunum sıkıntısı nedeni ile yatış verildi. Bunlardan 75 (%36)’ine RDS tanısı konuldu, 46 (%22)’sının da sürfaktan ihtiyacı oldu. 19.334 geç preterm bebekte yapılan büyük bir retrospektif çalışmada %12.7'sinde solunum yetmezliği ve %4'ünün de sürfaktan ile tedavi edildiği bulunmuştur. Sürmeli-Onay ve ark. 21’nın yapmış olduğu bir çalışmada 2437 geç pretermden %3.2'sinin solunum yetmezliği nedeniyle sürfaktan aldığı bildirilmiştir. Dani ve ark. 22’nın yapmış olduğu 9729 GP bebekten oluşan bir çalışmada 1059 (%11)‘u solunum sıkıntısı nedeniyle yoğun bakım ünitesine yatırıldığı, bunlardan 562 (%6)’sine RDS tanısı konulduğu, 252 (%3)’sine sürfaktan tedavisi (RDS’li bebeklerin ise %45) uygulandığı gösterilmiştir. Litaratüre 21,22 göre sürfaktan ihtiyacı ve RDS oranlarımız yüksek bulunmuştur. Bunun en önemli nedeni 320/7-336/7 arasındaki prematürelerin de çalışmaya dahil edilmesidir. Bu çalışmada 320/7-336/7 hafta arası prematürelerde RDS oranı 55 (%53) iken 340/7-360/7 arasında 20 (%19) olarak bulunmuştur.
Akciğer gelişiminin tamamlandığı üçüncü trimesterda doğan prematüre bebeklerin düşük ENaC ekspresyonuna bağlı olarak akciğer sıvısı klirensi gecikir. Aynı zamanda sezeryan doğum nedeniyle stres hormonlarının etkisine ve göğüs kafesinin yeterli basısına maruz kalınamaması nedeniyle YGT insidansı GP bebeklerde daha yüksektir 4,21. 2011’de yayınlanan meta analizde geç pretermlerde YGT riskinin term bebeklere göre 7.5 kat, mekanik ventilasyon ihtiyacının 4.9 kat arttığı bulunmuştur 23.
Bu çalışmada antenatal steroid oranı %32 olarak bulundu. Antenatal steroidin ülkemizde 34 hafta öncesi kullanılma oranı %40’larda iken 34-36 gebelik haftaları arasındaki kullanım oranı hakkında elimizde net veri yoktur. 2016 yılındaki meta-analizde, geç preterm bebeklerde antenatal steroid uygulamasının etkinliği değerlendirildiğinde ağır RDS (%1.4 vs %2.3; RR 0.60, %95 CI 0.24-0.98) ve YGT (%8.2 vs %10.9; RR 0.72, %95 CI 0.50-0.98) sıklığının belirgin azaldığı bulunmuştur 18.
Bu çalışmada GP’lerde apne oranı %7 olarak bulunmuştur. Ülkemizden Kavuncuoğlu ve ark. 24’nın gestasyon yaşı 33-37 hafta arasında olan 240 GP bebeğin alındığı bu çalışmada ise %2.1 olarak bulunmuştur. Bu çalışmada apne oranının yüksek olması 320/7 gebelik haftasındaki prematürelerin de çalışmaya dahil edilmesi ile ilgili olduğu düşünülmektedir. Ayrıca bu çalışmada ODP’lerde apne oranı gebelik haftasının düşük olması ile orantılı olarak GP lere göre daha yüksek bulunmuştur.
Beslenme problemlerine GP bebeklerde emme ve yutma fonksiyonlarının olgunlaşmamış ve yetersiz olması nedeniyle sık rastlanmaktadır. Bu çalışmada emme yutma fonksiyonunun olgunlaşmamış olmasından kaynaklanan tam oral beslenmeye geçiş süresi GP grupta ODP gruba göre daha kısa bulunmuştur [(5(1-26); 10(0-25) P<0.05)]. Kalyoncu ve ark. 25’nın yapmış oldukları bir çalışmada; olgunlaşmamış emme-yutma, kusma, rezidü gibi semptomlar ile tanımladıkları beslenme problemleri %25.8 sıklıkta görülmüştür.
Hastanede yatış süresi ODP bebeklerde 17 (4-53) gün iken GP’lerde 10.5 (3-37) gün olarak bulunmuştur. Gebelik haftasının azalması ile prematürelerin beslenme problemleri, solunumsal morbiditeleri artmaktadır ve bu durum ile orantılı olarak hastaların hastanede yatış süresi uzamaktadır.
Polisitemi yüksek rakımda doğan bebeklerde, postmatür yenidoğanlarda gebelik yaşına göre düşük doğum tartısı ile doğanlarda, diyabetik anne bebeklerinde, göbek kordonunun geç klemplenmesinde görülmektedir 15. Bu çalışmada polisitemi GP grubunda ODP grubuna göre anlamlı olarak daha yüksekti. Bunun sebeplerinden birisinin GP grubunda SGA oranının daha yüksek olmasının sebep olabileceği düşünülmüştür.
Bu çalışmada fototerapi gerektiren indirekt hiperbiluribinemi oranı iki grup arasında anlamlı bir fark oluşturmamakla birlikte tüm grupta %54 oranında bulunmuştur. Helvacı ve ark. 6’nın yapmış oldukları 150 geç pretermden oluşan çalışmada ise fototerapi oranı %44 olarak bulunmuştur. Bu çalışmada fototerapi oranının yüksek olmasının nedeni gestasyonel haftanın küçülmesi ile birlikte fototerapi sınırlarının da düşmesi ile açıklanmıştır.
Çalışmanın kısıtlıklarından en önemlisi, hastanemizde ODP ve GP doğan bebeklerin prevalansı, insidansı ve hastaların tanı yaşları konusunda verilerin kaydının yapılmamış olmasıdır. Sonuçta tüm doğumların %5-10’nunu oluşturan GP ve ODP bebekler, mortalite ve morbiditenin yüksek olduğu grupdur. ODP bebekler solunumsal, beslenme problemleri açısından en riskli grubu oluşturmakla birlikte her iki grup sepsis, hipoglisemi, hipokalsemi, indirekt hiperbilürübinemi vb açısından benzer oranda riskler taşımaktadırlar. Bu nedenle bu hassas grubun, term bebeklerden ayrı olarak riskler göz önünde bulundurularak erken dönemde yakından takip ve tedavileri gerekmektedir.