Klinik örneklerden izole edilen RNA’nın BVD primerleriyle yapılan RT-PCR sonucunda, iki şüpheli hayvanda 292 bp’lik spesifik bant gözlenmiştir. Aynı örneklerin şap, sığır vebası, IBR primerleriyle gerçekleştirilen PCR sonucunda, olgu 2’de şap primerleri ile spesifik bant oluşumu haricinde, agaroz jelde bant oluşumu belirlenmemiştir (Şekil
3).
Büyütmek İçin Tıklayın |
Sekil 3: RT-PCR bulgularının %2’lik agaroz jelde görüntüsü. Hat 1; pozitif kontrol (BVDV’nin NADL standart suşu), hat 2; olgu 1 RNA’sının BVDV primerleriyle amplifikasyonu, hat 3; olgu 2 RNA’sının BVDV primerleriyle amplifikasyonu, hat 4; olgu 2 RNA’sının şap primerleriyle amplifikasyonu, hat 5; olgu 2 RNA’sının sığır vebası primerleriyle amplifikasyonu, hat 6; olgu 2 DNA’sının IBR primerleriyle amplifikasyonu, hat 7; distile su-BVDV primerleriyle amplifikasyon. |
BVDV enfeksiyonları dünyada besi ve süt hayvanları için yaygın bir problemdir 2,6. Sindirim kanalının eroziv lezyonları ve ishal salgınlarıyla karakterize sığırların akut sindirim kanalı hastalığı olarak ilk kez 50 yıl kadar önce Kuzey Amerika’da tarif edilmiştir 6,9. Ülkemizde hastalığın varlığı ve prevalansı çeşitli araştırıcılar 11,13,14,16 tarafından saptanmaya çalışılmış ve değişik oranlarda BVDV’nin varlığı ortaya konulmuştur. Ancak bu çalışmalarda BVDV’nin neden olduğu MD formunun klinik görünümü ile ilgili bir bilgiye rastlanmamıştır.
BVDV’nin şiddetli bir formu olarak bildirilen akut ve kronik MD’nin sadece PI immunotolerant sığırların süperenfeksiyona maruz kalması sonucu sporadik ve enzootik olarak meydana geldiği vurgulanmıştır 4,6,8,21. Laboratuvar muayeneleri sonrasında BVDV taşıdığı tespit edilen hayvanlardan olgu 1’in PI immunotolerant bir sığır olduğu ve süperenfeksiyon sonrasında MD’nin meydana geldiği düşünülmektedir. PCR’da şap virusunun da bulunduğu tespit edilen ve yeni satın alınarak theileriosis tedavisi yapılmış olan PI olduğu düşünülen olgu 2’nin ise alışık olmadığı yeni ortama adaptasyonu esnasında oluşabilecek problemler ile şapın MD hastalığının görülmesinde tetikleyici bir etmen olduğu düşünülmektedir. Ahırdaki diğer hastalarda şapın tipik bulguları olan ağız ve ayaktaki lezyonlar gözlenmiştir. Ancak olgu 2’de gözlenen ağız lezyonları şapa benzemesine rağmen, özellikle olguda ishalin mevcudiyeti ve genel durumun kötüleşmesi nedeniyle zorunlu olarak kesilmesi hastanın MD olduğunu destekler niteliktedir.
MD formunda; ateş, depresyon, anoreksi, ishal, nasal akıntı, ağız ve dil mukozasını içine alan üst sindirim kanalında erozyon ve ülserler, dehidrasyon, aşırı zayıflama ve olayların bazılarında interdigital ve coroner sahada epitel nekroz, kabuk oluşumu ve erozyonlara bağlı olarak ağrılı yürüyüş görüldüğü ve genellikle iki hafta içinde ölümlerin olabileceğini belirten literatür bildirimleriyle 2,4,5,6,7,8,22 olgularda gözlenen klinik bulguların uyum içerisinde olduğu gözlenmiştir.
Literatürlerde 1,4,5,7,8,22, hastalığa bütün yaşlardaki sığırların duyarlı olmasına rağmen genellikle 6 – 24 aylık hayvanlarda enfeksiyonun meydana geldiği bildirilmektedir. Her iki olgunun da duyarlı olarak bildirilen yaş grubu arasında oluşu bu görüşü destekler niteliktedir. Çalışmadaki her iki olguda da saptanan total lökosit ve trombosit sayısındaki düşüşlerin Baker 6’in MD’li hayvanlarda lökosit sayısının normalden % 50 aşağı düştüğü ve trombosit sayısının azaldığı bildirimiyle uyumlu bulunmuştur.
Sekunder enfeksiyonlara karşı tedaviye alınan hayvanların sahipleri ile yapılan görüşmede, her iki hayvanın da daha sonra kötüleştiği ve bu nedenle zorunlu olarak kestikleri öğrenilmiştir. Öldüğünde haber vermeleri istenmesine rağmen bilgi vermeden kestiklerinden otopsileri yapılamamıştır. Ancak her iki hastanın kötüleşmesi ve zorunlu kesilmeleri PI sığırlarda BVDV tarafından meydana getirilen MD’nin mortalitesinin çok yüksek olduğu bildirimini 4,6 destekler niteliktedir.
Bu çalışmada, PCR metodu kullanılarak MD şüpheli vakalar kısa sürede belirlenmiştir. Ayrıca, çalışmada klinik benzerlikleri nedeniyle, örnekler mukozal hastalıklara sebep olan diğer önemli virusların varlığı yönünden de test edilmiştir. Test edilen viruslardan, erken tanısı bakımından, sığır vebası hastalığı özellikle önem arz etmektedir. Ülkemiz bu hastalıktan ari olmasına rağmen, coğrafik konumu nedeniyle, Doğu-Güney Doğu Anadolu Bölgesi sığır vebası yönünden en riskli bölgelerden biridir. Bu nedenle bölgemiz için MD hastalığıyla sığır vebası hastalığın ayrımının hızlı ve doğru bir şeklide gerçekleştirilmesi daha da önem arz etmektedir. Bu çalışma bu nedenle de önemli görülmektedir.
Sonuç olarak; sığırların ishal ve stomatitis semptomlarıyla seyreden hastalık olaylarında bölgemizde klinik olarak ilk kez gözlemlenen ve RT-PCR metodu kullanılarak teyit edilen MD hastalığının da dikkate alınması gerektiği, ayrıca ülkemizde hastalığın insidansını ortaya koyacak çalışmaların yapılmasının faydalı olacağı kanısına varılmıştır.
Teşekkür
BVDV’un NADL suşunun teminini sağlayan Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Viroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Sibel YAVRU’ya teşekkür ederiz.