Akciğer kanseri olan ve radyoterapi tedavileri süresince radyasyona maruz kalan hastalarda, radyasyonun serum ALP miktarlarına etkisini araştırmak için yapılan bu çalışmada elde edilen sonuçlar Tablo
2–
5±de verilmiştir. Sonuçlardan da görüldüğü gibi bir hasta hariç (2 nolu hasta) incelenen tüm hastalarda ALP değerleri radyoterapi almadan önce kontrol grubundaki bireylerle hemen hemen benzerlik göstermektedir. Ancak hastalar radyoterapi almaya başladıklarında 6, 12 ve 20 nolu hastalar dışındaki tüm hastalarda ALP düzeyleri önce artmış sonra ise düşüşe geçmiştir. Artış ilk radyoterapi uygulamasında yani birinci haftanın sonundaki ölçümde gözlenirken, bundan sonraki haftalardaki ölçümlerde ise düşüş gözlenmiştir. Bu düşüş 3,6,8,15,19 ve 20 nolu hastalarda radyoterapi öncesindeki seviye yakın olarak kalırken, 1,2,4,5,7,9-14 ve 16–18 nolu hastalarda ise bu seviyenin de altına inmiştir. İlk haftaki uygulama sonundaki ölçümde ALP düzeyindeki artış, radyasyonun akyuvarların hücre membranlarına zarar vermesi, bunun sonucunda da hücre içinde depolanan enzimin seruma çıkışına bağlanmaktadır. Ayrıca bu artışta sadece akyuvarların rolünün olmadığı, radyoterapi sırasında ışınlama yapılan bölgedeki diğer sağlıklı hücreler ile kanserli dokularında zarar görmüş olabilecekleri, bundan dolayı da serumdaki enzim miktarının yükselmiş olabileceği düşünülmüştür. Sonraki haftalardaki gözlenen düşme ise, her radyasyon muamelesinden sonra ışınlama yapılan bölgedeki akyuvar ve diğer hücrelerin sayılarının biraz daha azalmasına dolayısıyla da üretimin ve depolanmanın düşmesine, ayrıca radyasyon sonucunda oluşan serbest radikallerin seruma geçen enzimle etkileşime girerek enzimin yapısını bozmasına bağlanmaktadır. Yapı bozukluğu, oluşan serbest radikallerin enzimin çeşitli gruplarıyla (örneğin –SH gibi) etkileşime girmesi sonucu olabileceği gibi, radyasyon sonucu oluşan yüksek enerjinin enzimin hidrojen ve disülfit gibi çeşitli bağ yapılarına zarar vermesi sonucunda da olabilmektedir. Zira diğer araştırıcılar tarafından gerçekleştirilen benzer çalışmalarda, ALP gibi aminoasit, peptit ve polipeptit yapıdaki enzimlerin radyasyona maruz kaldıklarında DNA veya diğer makromoleküllerle çapraz bağlar kurarak inaktif hale geçtikleri rapor edilmiştir
14–
16.
Yirmi hastadan elde edilen ALP değerleri SPSS programında “Eşleştirilmiş örnekler T testi“ yardımıyla istatistiksel olarak da analiz edilmiştir. Bu test sonucunda, incelenen hastalarda radyoterapi öncesinde ölçülen ALP değerlerinin ortalama 172.30±45.00 olduğu tespit edilmiştir. Bu değer sağlıklı erkek ve bayanlar için verilen ALP referans değerlerine uygunluk göstermektedir. Ayrıca bu testler yardımıyla, ALP değerlerinin yükseldiği birinci haftanın sonundaki artışın da yine istatistiksel olarak önemli olduğu belirlenmiştir (p<0.01). Bütün bu bulgulara dayanarak radyasyonun radyoterapi alan hastalarda serum ALP düzeylerini önce arttırdığı, sonra ise düşürdüğü söylenebilir.
Bizim sonuçlarımızı doğrulayan tarzda diğer araştırıcılar tarafından da benzer çalışmalar bulunmaktadır. Örneğin Drovak ve arkadaşları17 tarafından yapılan bir çalışmada domuz karaciğer ve böbrek dokularındaki AST, ALT, ALP ve ACP enzim aktivitelerine radyasyonun etkileri araştırılmıştır. Bu amaçla bu dokulara 2.5 ve 5 kGy dozlarında radyasyon uygulanmış, sonuçta tüm enzimlerin aktivitelerinde uygulanan radyasyonun dozu arttıkça bir azalma tespit edilmiştir. Yine Yuan ve arkadaşları18 tarafından gerçekleştirilen benzer bir çalışmada ise çok yüksek sıcaklıktaki elektromagnetik radyasyonun (VHF), bu sektörde çalışan kişilerin serum AST, ALT, ALP ve LDH enzim düzeylerine etkileri incelenmiş, sonuçta tüm enzimlerin serum seviyelerinde kontrol gruplarına göre azalma tespit edilmiştir. Bu iki çalışmada, radyasyon dozu arttıkça enzim miktarlarında azalma görülmesi yönüyle bizim sonuçlarımıza benzerlikler göstermektedir. Fakat bizim çalışmamızın, radyasyon dozuna bağlı olarak enzim miktarlarının önce bir artış sonra ise bir azalış piki çizmeleri nedeniyle bu iki çalışmadan farklı yanları bulunmaktadır. ALP, hücre döngüsünde görevli kinazlar için gerekli fosfat gruplarının temininden sorumlu bir enzimdir. Bu özelliği hücre döngüsü bozulmuş kanser hücreleri ile ilgili çalışmalarda biyolojik bir belirleyici olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle de günümüzde serum ALP düzeyleri üzerine pek çok çalışma yapılmaktadır. Örneğin Wiwanitkit8 tarafından gerçekleştirilen bir çalışmada, yatarak tedavi gören Thaili hastalardaki yüksek ALP düzeylerinin çeşitli hastalıklarla olan ilişkisi belirlenmeye çalışılmıştır. Araştırmada malignansi içeren kemik hastaları, 15 yaşından küçük olan pediatrik hastalar ve HIV±li hastaların serumları kullanılmıştır. Sonuçta kolonkarsinomalı, pankreatik ve metastatik kanserli hastaları içeren grup ile sepsis ve karaciğer süzme bozukluğuna sahip olan hastaları içeren grupta, kontrol grubuna göre ALP seviyelerinde bir artış görülmüştür. Bu artış, serum içine salınımın ve enzim sentezinin artmasına bağlanmıştır. Igwe ve arkadaşlarının19 tarafından gerçekleştirilen başka bir çalışmada ise, 71 sağlıklı erkek ve 47 prostat kanserli hasta kullanılarak prostat spesifik antijen (PSA), asit fosfataz (ACP), prostatik asit fosfataz (PAP), alkalin fosfataz (ALP) ve sabit ısılı alkalin fosfataz (HSAP) gibi fosfat izoenzimlerinin serum aktiviteleri ölçülmüştür. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında prostat kanserli hastalarda HSAP, PAP, ACP ve ALP seviyelerinde istatistikal olarak önemli bir artış görülmüştür. Vakaların %21.3±ünde HSAP, %34±ünde ALP, %57.5±inde ACP, %66±sında PAP ve %85±inde ise PSA seviyelerinde artış tespit edilmiştir. PSA, ACP ve PAP±ın serumdaki miktar artışlarının düşük seviyelerde seyrettiği, ALP ve HSP miktarlarının ise hastalığın süresine bağlı olarak daha çok arttığı belirlenmiştir. Diğer bir çalışmada ise, 25 normal, 44 metastazlı ve 58 metastazsız meme kanserine sahip birey kullanılarak, serumlarındaki GSH, LDH, ALP ve Hb miktarları ölçülmüştür. Metastazlı ve metastazsız hastaları içeren grubunun her ikisinde de ALP seviyelerinin kontrol grubuna göre arttığı, bununla birlikte metastazlı hastalardaki ALP düzeylerinin metastazsız hastalara göre 3 kat daha fazla olduğu da belirlenmiştir20. Bizim çalışmamızda ise, incelenen hastalar kanserli hastalar olmalarına rağmen, radyoterapi öncesinde ALP değerlerinde, kontrol gruplarına göre yukarıda söz edilen üç çalışmadan farklı olarak istatistiksel açıdan önemli bir yükselme tespit edilememiştir. Bizim bu bulgumuz bahsedilen üç çalışma ile bu yönüyle benzerlik göstermemektedir. ALP değerlerinde yükselme olmamasının nedenini ise, akciğer kanserinin kemiğe metastaz yapmamasından ileri gelebileceği düşünülmüştür. Zira bilindiği gibi serum ALP seviyesini arttıran en önemli etmenlerin başında kanserin kemiğe metastazı ve kemik hücrelerinden kana bol miktarda ALP salınımı gelmektedir.
Sonuç olarak, tedavilerinin bir parçası olarak gama radyasyonuna maruz kalan akciğer kanserli hastaların, serum örnekleri içindeki ALP seviyelerinin radyoterapi süresince normal sınırlar içerisinde de olsa bir değişim gösterdiği görüldü. Radyasyona maruz kalan grup ve kontrol grupları arasındaki ALP seviyelerindeki bu farklılık, oksidatif stresi teşvik eden gama radyasyonuna karşı organizmanın genel bir cevabı olabileceği gibi, radyasyonun zararını en aza indirebilmek için bir adaptasyonuda yansıtıyor olabilir. Bu nedenle, radyoterapi kanser hücrelerini öldürmek için etkili bir tedavi yöntemi gibi görünse de, sağlıklı hücre ve dokular üzerinde bir takım etkilere sebep olmakta ve bu hücrelerden sentezlenen veya depo edilen enzim ve protein gibi hayati önemdeki moleküllerin miktar ve yapılarında değişikliklere neden olabilmektedir. Son söz olarak, radyoterapi uygulamalarının etkileri en aza indirilmeli yada alternatif yöntemlerin geliştirilmesine daha fazla çaba harcanmalıdır.