Stafilokoklar ilk tanımlandıkları 1881 yılından bu yana önemli infeksiyon etkenleri olmaya devam etmekte ve birbirinden farklı birçok klinik tabloya neden olmaktadır
1,15,16. Staphylococcus aureus hem toplumda hem de hastanede kazanılan infeksiyonlara neden olabilmekte ve son yıllarda metisilin direncindeki artışa paralel olarak özellikle hastane kaynaklı infeksiyonlarda ciddi bir sorun teşkil etmektedir
10,11.
Stafılokok infeksiyonlarının epidemiyolojisinde hastane çalışanlarının S. aureus taşıyıcısı olmasının önemi bilinmektedir10,17. Hastane personelinde S. aureus taşıyıcılığı genellikle nazal taşıyıcılık şeklindedir. Buruna yerleşen stafılokoklar personelin elleri aracılığı ile hastalarda kolonize olmakta ve infeksiyona predispozisyon varsa yaşamı tehdit eden infeksiyonlara yol açabilmektedir18. Burunda S. aureus kolonizasyonu, salgınlara yol açabilmesi, çoklu direnç gösterebilmesi ve sağaltım maliyetinin yüksek olması nedeniyle sorun oluşturmaktadır17. Hastane ortamında uzun süre yatan hastalar, doktor, hemşire ve diğer sağlık çalışanları genel popülasyona göre daha yüksek oranda S. aureus taşıyıcısıdırlar. Bu durum özellikle hastane ortamında yatan ve invaziv girişimlere maruz kalan her hasta için ciddi bir hastane infeksiyonu kaynağı olabilmekte, bazen de ciddi epidemik ataklara yol açabilmektedir3,19,20.
Yapılan bu çalışmada nazal MRSA taşıyıcılık oranının daha önce yapılan birçok çalışmaya göre oldukça düşük oranlarda bulunmuştur17-19,21,22. Bunun nedeni olarak araştırmaların yapıldığı diğer hastanelerin genellikle Kars ili hastanelerinden nispeten daha büyük ölçekli oluşu, küçük ölçekli hastanelerde hasta popülasyonunun ve hastalık çeşitlerinin azlığı, kullanılan antibiyotik çeşitliliğinin daha az oluşu ve daha ciddi hastalığı olan ve uzun süreli tedavi görmesi gereken hastaların büyük sağlık merkezlerine sevk edilmesinin olabileceği düşünülmüştür.
Yapılan çalışmaların önemli bir kısmında sağlık personeli görevlerine göre ayrılarak nazal taşıyıcılık açısından değerlendirilmiştir3,17,19,21,22. Kars yöresi hastanelerinde yapılan bu çalışmada ise hekim dışı sağlık çalışanlarının hekim ve yardımcı personele kıyasla daha az taşıyıcı oldukları saptanırken meslek grupları ile nazal S. aureus taşıyıcılık oranları arasında istatistiksel yönden anlamlı bir farklılık tespit edilmemiştir. Hekimlerde oranın yüksek bulunması durumu alınan numune sayısının yetersiz olmasıyla açıklanabilir. Nazal S. aureus taşıyıcılığının yardımcı personelde daha yüksek oranda saptanmasının nedeninin ise bu personellerin hastalarla teması sırasında daha az özen göstermelerinden kaynaklanabilir. Ayrıca tıbbi bilgi eksikliği ve sosyokültürel farklılıklar da bu oranı etkileyebilir.
Bu çalışma kapsamındaki hastane çalışanlarının çalıştıkları kliniklere göre nazal S. aureus taşıyıcılığının dağılımı incelendiğinde; klinikler arasında nazal S. aureus taşıyıcılığı yönünden istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır. Bunun nedeninin ise her iki hastanede de klinikler arası personel rotasyonunun sık uygulanması, bir klinikte bir personelin çok uzun süre çalıştırılmaması ve kliniklerden alınan örnek sayısının azlığı olarak düşünülebilir.
Hastane personeli çalışma sürelerine göre nazal taşıyıcılık araştırıldığında çalışma sürelerine göre nazal S. aureus taşıyıcılığı arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunamasa da, yıllara göre orantılı bir şekilde artması ve 20 yıldan daha fazla çalışanlarda düşmesi dikkat çekmektedir. Bu durum uzun süre çalışan personelin yaş vb. nedenlerle daha pasif görevlere çekilmesi olarak açıklanabilir.
Nazal S. aureus kökenlerinin antibiyotik duyarlılıkları irdelendiğinde vankomisin ve mupirosin direncine hem MRSA hem de MSSA kökenlerinde rastlanmamıştır. Elde edilen tüm kökenler penisilin G ye karşı % 100 dirençli bulunurken MSSA' larda da çeşitli antibiyotiklere karşı direnç ve orta düzeyde duyarlılık tespit edilmiştir. Birçok çalışmada MRSA kökenlerinde metisilin direnci ile birlikte birçok antibiyotiğe de direncin söz konusu olduğu bildirilmiştir13,23,24. Bu çalışmada elde edilen bulgular da bu sonuçları destekler niteliktedir. İzole edilen MRSA ve MSSA kökenlerindeki dirençlilik durumu ile ilgili bulguların anlam taşıyabilmesi için bu sonuçların çalışmanın yapıldığı yörede başka çalışmalarla desteklenmesi gerekmektedir.
Yapılan çalışmalar özellikle risk gruplarında ve sağlık personelinde nazal S. aureus taşıyıcılarının tedavi edilmesiyle bu bakterinin yaptığı hastalıklarda önemli düzeyde azalma meydana geldiğini göstermiştir. Nazal MRSA taşıyıcılığında en etkili tedavi mupirosin olarak bilinmektedir25. Bununla birlikte Türkiye'de mupirosine direnç S. aureus için %3 olarak bildirilmektedir18. Tıbbi pratikte hastaya temastan önce ve temastan sonra ellerin yıkanması ile organizmanın yayılımı ve infeksiyonları önlenebilmektedir. İleride mupirosine de yüksek seviyede dirençli S. aureus kolonizasyonu ile karşılaşmamak için, MRSA'nın endemik olduğu hastanelerde taşıyıcıları mupirosin ile tedavi etmek yerine sağlık personelinin el yıkama ilkelerini bilinçli bir şekilde uygulamaları gerekmektedir19.
Sonuç olarak; araştırma kapsamına alınan hastanelerde çalışan personelin burunlarında S. aureus kolonizasyonu ve nazal MRSA taşıyıcılık oranlarının çok yüksek olmadığı belirlenmiştir. Ancak, elde edilen MSSA ve MRSA kökenlerinin bazı antibiyotiklere oldukça yüksek oranlarda dirençli olduğu da tespit edilmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda; tüm sağlık çalışanlarının infeksiyon kontrol önlemlerine uyumda son derecede titiz davranmaları, nazal MRSA taşıyıcılığı için kontrol önlemlerinin artırılması, taşıyıcı personelin saptanması, eğitimi, kontrolü ve bunların daha az hasta temasını gerektiren yerlerde görevlendirilmesinin yanısıra gelişigüzel antibiyotik kullanımını önleyici politikaların geliştirilmesi önerilebilir.
Teşekkür
Tez çalışmasından özetlenen bu araştırma, Kafkas Üniversitesi Bilimsel ve Teknolojik Araştırmalar Yönetim Kurulu Başkanlığı tarafından 2005-VF-11 nolu proje ile desteklenmiştir.