Histopatolojik inceleme tanı koymada, lezyonların evrelerini belirlemede, lezyonları takip etmede ve etyolojik etkenlerin saptanmasında dermatologlara yardımcı olabilmektedir. Deri, biyopsinin kolay elde edilebilir olması, histopatolojik inceleme için alınan biyopsi örneklerine immünfloresan, immünperoksidaz, elektron mikroskobu ve polimeraz zincir reaksiyonu (Polymerase Change Reaction: PCR) gibi değişik tekniklerin uygulanabilirliği nedeniyle patolojik inceleme tanı koymada önemli bir adımı oluşturmaktadır. Deriden biyopsi örneğinin kolaylıkla elde edilebilmesine rağmen derinin histopatolojik incelenmesine çok da sık başvurulmamaktadır. Ancak, deri biyopsisinin neoplazmdan şüphelenilen durumlarda, bütün büllöz hastalıklarda ve klinik inceleme ile spesifik teşhisin konulamadığı tüm dermatozlarda endike olduğu bildirilmektedir
1,3-5.
Bizim çalışmamızda dermatoloji kliniğine başvuran hastaların %5.8'inden biyopsi alındığı, biyopsi yapılan hastaların yaş gruplarına baktığımızda en sık 20-49 yaşlarda biyopsi yapıldığı ve 30-39 yaşlarda en yüksek düzeye ulaştığı görüldü. En çok papüloskuamöz hastalık grubundan biyopsi yapılırken, ikinci sırada tümörler ve diğerleri grubundan, üçüncü sırada ise immünolojik hastalıklar grubundan biyopsi yapıldığı belirlendi. Bu sonuç Çalka ve ark. (4)'nın çalışmalarındaki biyopsi alınan hastaların yaşlarıyla, cinsiyetleriyle ve en fazla biyopsi alınan dermatozlarla koreledir. Ancak çalışmamızdaki biyopsi alınan dermatozların sıklığı hem bizim polikliniğimizdeki hem de ülkemizde bildirilmiş diğer çalışmalardaki dermatoloji polikliniklerine başvuran dermatozların sıklığıyla korelasyon göstermemektedir6-9.
Şüpheli vakalarda doğru veya muhtemel tanıya varmada dermatolog ve patoloğun işbirliği içinde olması esastır. Dermatoloğun dermatopatolojinin temel bilgilerine sahip olması, patoloğunda yeterli dermatoloji bilmesi doğru tanı koymada hayati öneme sahiptir. Klinik hikayenin kısa fakat detaylı ve spesifik bir özeti biyopsi örneğiyle birlikte patoloji laboratuvarına gönderilmelidir2,10. Sellheyer ile Bergfeld10 dermatologlarla farklı branşlardaki uzmanların sık gördükleri deri hastalıklarındaki klinik ve histopatolojik korelasyonunu incelemişlerdir. Biyopsi örneğinin yanı sıra klinik bilgilerin de doğru bir şekilde patoloğa gönderilmesine dikkat çekmek için yaptıkları bu çalışmada, dermatolog olmayan hekimlerin vakalarındaki klinik ve patolojik uyumun, dermatologların vakalarına göre oldukça az olduğunu, yeterli klinik bilgi olmazsa histopatolojik tanı koymanın zor olacağını bildirmişlerdir.
Nonenfeksiyöz inflamatuar hastalıklarda olduğu gibi bir çok durumda klinik ve histopatolojik korelasyonun sağlanması zorunludur. Çünkü bazı histolojik bulgular nonspesifik olabilir. Genellikle histopatoloji ile klinik uyuşmadığında yeni bir biyopsi alınması ve hastanın klinik olarak birkaç hafta sonra yeniden değerlendirilmesinin daha iyi olacağı bildirilmektedir. Ayrıca biyopsinin alınacağı yerin seçimi de önemlidir ve primer olarak erüpsiyonun evresine göre değişmektedir. Vezikülo-büllöz erüpsiyonlarda erken lezyonlar genellikle daha tipik bulgulara sahiptir. Diğer bütün erüpsiyonlarda eski ve tam gelişmiş lezyonlar sıklıkla daha karakteristiktir. Eğer erüpsiyon polimorfikse birden fazla biyopsi gerekebilir. Nodül ve tümörler için özelliklede bacaklardaki nodüllerde geniş eksizyon veya subkütan dokuyu içeren derin punch biyopsi yapılmalıdır1,2,5.
Ehrig ve ark.11'nın aktinik keratozun, klinik ve histopatolojik korelasyonunu değerlendirdikleri çalışmalarında, 220 tane aktinik keratozlu vakayı incelemişlerdir. Klinik ve histopatolojik korelasyonun %91 olduğunu bildirmişlerdir. Çalka ve ark.4 dermatoloji kliniklerinde alınan biyopsi örneklerinin histopatolojik korelasyonunu inceledikleri çalışmalarında ilk üç ön tanının korelasyonunu %67.6 olarak bildirmişlerdir. Birinci ön tanının histopatolojik uyumunu %49.5, ikinci ön tanın uyumunu %13.8 ve üçüncü ön tanının uyumunu ise %4.3 olarak bildirilmişlerdir. Bizim çalışmamızda birinci ön tanının histopatolojik uyumu %50.5, ikinci ön tanın uyumu %14.9 ve üçüncü ön tanının uyumu ise %8.2'dir. Çalışmamızdaki ilk üç ön tanının uyumu ise %73.6'dır. Elde ettiğimiz bu sonuçlar Çalka ve ark.4'nın sonuçlarıyla paralellik göstermektedir.
Dermatolojik teşhiste en sık yapılan hatanın, lezyonların özelliklerinin herhangi bir hastalığın spesifik bir bulgusu değil de, nonspesifik bir bulguymuş gibi değerlendirilmesinden kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Günümüzde dermatologların teşhis koymalarında yardımcı olabilecek çeşitli cihazlar muayenelerde kullanılmaktadır. Dijital dermatoskopinin kullanıma girmesi özellikle pigmente lezyonların ayırıcı tanısının yapılmasında ve malign melanomun teşhisinde klinisyenlere büyük kolaylık sağladığı bildirilmektedir5,12. Soyer ve ark.12, Braun ve ark.13, Argenziano ve ark.14 ile Jaramillo-Ayerbe ve Vallejo-Contreras15 dermatologların başta pigmente lezyonlar olmak üzere dermatozların değerlendirilmesinde dermatoskopi kullanımını artırmalarının doğru tanı konulmasında, klinik ve patolojik korelasyonun sağlanmasında büyük bir katkısı olacağını bildirmişlerdir.
Çalka ve ark.4 çalışmalarında uyumsuz olarak değerlendirilen vakaları %13.4 olarak bildirmişlerdir, ancak bu uyumsuzluğun hangi grup ya da gruplara ait olduğu bildirilmemiştir. Bizim çalışmamızda ise uyumsuz vakalar %21,9'du ve bunların da çoğu (%72.2) pigmentasyon bozukluğunun olduğu grupta yer almaktaydı. İkinci uyumsuz grup diğerleri grubuyken (%26.4), üçüncü uyumsuz olan grup ise tümörler grubuydu (%16,5). Çalışmamızdaki örnek yetersizliği nedeniyle değerlendirme yapılamayan vakalar %4.48 idi, bu vakaların büyük bir kısmını da pigmentasyon bozukluğunun olduğu vakalar oluşturmaktaydı. Kliniğimizde de son yıllarda dermatolojik muayenede kullanmaya başladığımız dermatoskopinin, pigmente dermatozlardaki klinik ön tanılar ile histopatolojik uyumsuzlukların azaltılmasında katkı sağlayacağı kanaatindeyiz.
Sonuç olarak çalışmamızda, en fazla punch biyopsinin; genç ve yetişkin hastalardan ve kronik seyirli olan papüloskuamöz hastalıklar grubundan yapıldığını, ancak, en fazla klinik ve histopatolojik uyumsuzluğun ve yetersiz deri örneğinin gönderildiği grubun ise pigmente lezyonların bulunduğu grup olduğunu belirledik.