Kafa travması hayatın erken dönemlerinde görülen ölüm ve sakatlıkların en yaygın
nedenidir. Bütün travma ölümlerinin %50’sine kafa travması eşlik etmektedir
1,2.
Travmatik beyin yaralanması (TBY) Batılı sanayileşmiş ülkelerde ölümlerin başta gelen nedeni olduğu tahmin edilmektedir
3. ABD’de yılda her
100.000 kişiden 200’ü kafa travmasına maruz kalmakta
ve yılda 50.000 ölüm gerçekleşmektedir
4. Tüm
dünyada 45 yaş altı ölümlerin en sık nedeni travmadır ve
ilk sırayı da kafa travmaları almaktadır. Bu yüzden
prognozu belirleyici nedenlerin ortaya konulması ve
doğru tedavi yaklaşımlarının belirlenmesi; travmatik
beyin hasarının ikincil sonuçlarının azaltılmasında primer
öneme sahiptir. Travmatik beyin yaralanmaları kranium
ve içeriklerine yönelik eksternal mekanik bir kuvvetin
uygulanmasının sonucu olup geçici ya da kalıcı
bozukluklara, fonksiyonel yetersizliklere veya psikolojik
davranış değişikliklerine neden olur. Klinikte
konfüzyondan komaya hatta ölüme kadar varan olaylar
silsilesine yol açabilir. Kafa travmasındaki tedavinin
amacı sekonder beyin yaralanmalarını önlemeye ya da
minimale indirmeye yöneliktir
5-9. Travmatik beyin
hasarında ise beyin dokusundaki mikroglial ve astrositik
aktivasyon ile beraber, damarlardaki yırtılma sonucunda
oluşan hücresel düzeydeki değişiklikler ve ortaya çıkan
moleküller ikincil hasara (hematom, vazojenik ve
sitotoksik ödem, iskemi) yol açmaktadır
10,11. Kafa
travmalarında travma sonrası hemen ortaya çıkan fiziksel
hasarlanmayı takiben devam eden ikincil doku
hasarlarına sebep olan bu olaylar zincirinin bir halkasını
da posttravmatik inflamatuvar yanıt oluşturur. Bu yanıtın
ana kaynağı primer travmanın yol açtığı doku
hasarlarının ortamdan uzaklaştırılma isteğidir.
Nötrofillerin dokuya infiltrasyonu, sellüler adheziv
moleküllerin salgılanması, inflamatuvar medyatörlerin
üretimi, yüzeyel antikoagülan mekanizmaların bozulması
ile oluşan endotel hücre hasarlanması ile
nöroinflamatuvar kaskad tetiklenir
12-16. Serebral
ödem, kan-beyin bariyerinin bozulması ve sekonder
nöronal hasar gelişimi ile ilgili en çok çalışılan
proinflamatuvar sitokinler interlökin (IL) -1β, tümör nekroz
faktörü (TNF) α, IL-6 ve antiinflamatuvar transforming
growth faktör beta-1 (TGF β-1)dir
17.
Yapılan çalışmalarda TNF-alfa mRNA ve
proteinlerinin, spinal kord hasarını takiben spinal kordda
arttığı gösterilmiştir18-22. Spinal kord hasarı sonrası
TNF-alfa proteinleri, aktive monosit/ makrofajlar
sayesinde kordda bulunur22. Kordda, TNF-alfa
proteinleri erken 1. saatte tespit edilir ve travmadan
sonra 7 gün boyunca bulunur. Astrosit ve mikrogliaların
SSS hasarına cevapta TNF-alfa sekrete ettikleri
gösterilmiştir23,24. Nötrofiller hasarın 6. saatinde
spinal korda girerler25. Buna karşın monositler
hasardan sonra erken dönemde (30 dakika) tespit
edilmiştir26. TNF-alfa’nın bu erken sentezi spinal
korddaki ilerleyici inflamatuvar cevabın başlangıcı için
önemli bir sinyaldir. TNF-alfa ürünleri hasar sonrası 1-3.
günler arasında nötrofil ve monositlerin yayılması için
gereklidir.
TNF-alfa proinflamatuvar etkileri açısından IL-1 beta
ile benzer etkilere sahiptir. Nöronlarda apoptozisin artışı,
glial hücrelerin aktivasyonu, astrosit proliferasyonu ve
astrositlerde büyüme faktörü, IL-6 nın indiksiyonuna
neden olur. Ayrıca TNF’nin endotelial hücrelerde adezyon molekülleri ve yüzey antijenlerini uyararak kan
lökosit infiltrasyonunu arttırdığına inanılır12.
Leptin helikal sitokin familyasına ait adipositler
tarafından salgılandığı bilinen bir hormondur. Bununla
birlikte Leptin ekspresyonu sadece adipoz doku
tarafından değil diğer doku ve organlar tarafından da
yapılır ve diğer sitokinler gibi çok çeşitli hücre tiplerinde
pleitropik etkiler yapar27. Leptin plazma
konsantrasyonu sabit değildir ve sirkadian varyasyon
göstermektedir. Seviyeler öğleden sonra yükselmeye
başlar ve gece yarısından sonra pik yaparak gün
doğumuna doğru en alt seviyelere iner28,29. Leptinin
yapısı interlökin IL-6 ve IL-1 ile benzerlik gösterirken,
leptin reseptörü de IL-6 reseptörü ile homoloji
göstermektedir30. Hormon olarak yiyecek alımı, bazal
metabolizmanın düzenlenmesi gibi görevler görür.
Sitokin olarak timik homeostazı ve IL-1 ve tümör nekroz
faktör gibi akut faz reaktanların sekresyonlarını etkiler,
diğer proinflamatuvar sitokinler gibi T helper 1- hücre
diferansiyasyonuna yardımcı olur ve hayvanlarda
deneysel olarak oluşturulmuş hastalıklarda otoimmün
yanıtların başlatılmasında ve modülasyonunda rol oynar31. Bilinen diğer görevlerinden birisi de beyinde lokalize
reseptörleri aracılığıyla nöronal gelişimin düzenlenmesi
ve nöroendokrin fonksiyonlardır, bu özellikleriyle birlikte
leptin nöroprotektif bir ajan gibi de davranmaktadır32.
Ağır kafa travmalarındaki yüksek mortalite oranları ile
yaşayanların nörolojik defisit oranlarındaki artış, kafa
travmalarına çok hızlı ve sistematik bir yaklaşımı
gerektirmektedir. Kafa travmalarına bağlı ciddi sekonder
sistemik hadiselerin yaygın kafa travmalı hastaların
sonuçları üzerine katastrofik bir etkisi vardır33. İskemi
ve travma tedavisinde amaçlanan, dokunun kendi
koruma ve tamir yolaklarını etkinleştirmek ve toksik
yolakları durdurmaktır. Bu ikisi arasındaki dengenin
kurulmasını sağlayacak tedavilerin her iki klinik durumda
da yararlı olacağı çok açıktır. Yaygın kafa travmalı
hastaların 1/3’ünde sekonder hadiselerden bir ya da
birkaçı travma ile hastanın tedavisinin başlatılması
arasında geçen süre zarfında ortaya çıkmaktadır ve bu
olaylar mortalite ve morbiditenin neredeyse iki katına
çıkmasına neden olmaktadır34. Kafa travmasına
yaklaşımda hastalardan acil müdahale başlayana kadar
hayatta kalabilenler için en önemli nokta, başlangıç
hadisesini izleyen ve beyin hasarını arttıran sekonder
sistemik hadiseler ile savaşmaktır35.
Bu çalışmada posttravmatik dönemde meydana
gelen sekonder hasar sürecinde proinflamatuvar
özellikteki IL-6, antiinflamatuvar özellikteki TGF β-1 ve
yapıca sitokinlere olan benzerliği nedeniyle, sitokin
olarak da sınıflandırılabilen ancak gerçekte adiposit
kaynaklı bir hormon olan leptin düzeylerinin ölçülerek
travmatik hasarın şiddetiyle ve travmanın üzerinden
geçen zamanla korele olacak şekilde incelenerek elde
edilen sonuçların prognoz üzerine etkilerinin
değerlendirilmesi amaçlanmıştır.