Oksidatif stres, birçok hastalıkta sekunder olarak hastalığın şiddetini artıran bir özelliğe sahiptir. Şayet oksidatif strese karşı organizmanın sahip olduğu savunma mekanizmaları yetersiz kalırsa, hücrelerde oksidatif hasar gelişerek birçok önemli fonksiyonun aksamasına neden olacaktır
18,19.
Lipid peroksidasyonu, başlıca doymamış yağ asitlerinin oksidasyonunu ifade eden ve enzimatik olmayan bir zincir reaksiyonudur20. Organizmada oksidatif stresin varlığı başlıca lipid peroksidasyonu olarak bilinen süreçte son ürün olarak oluşan malondialdehid (MDA) düzeylerinin belirlenmesiyle ortaya konmaktadır. Artmış MDA düzeyleri oksidatif stresin önemli belirtisidir10,20.
Eritrosit membranı çok zincirli doymamış yağ asitleri bakımından zengin olduğundan lipid peroksidasyona çok duyarlıdır21,22. Bu çalışmada eritrosit MDA düzeylerinde hasta gruplarda saptanan artmış düzeyler, hastalık esnasında oksidatif stresin geliştiğinin göstergesidir. Katalaz ve glutatiyon peroksidaz düzeylerindeki azalmalar ise hastalık esnasında gelişen radikal artışını nötralize etmek için bu enzimlerin yoğun kullanıldıklarının göstergesidir. Aneminin daha şiddetli olduğu 2. grupta MDA düzeyindeki artış ile CAT ve GSHPx düzeylerindeki azalmanın 1. gruba nazaran daha şiddetli olması, hastalığın dönemi gözetilmeksizin, oksidatif stresin bu grupta daha şiddetli geliştiğinin göstergesidir. Bu bağlamda artan oksitaif stres sonucu oluşan radikallerin eritrosit membranında neden olabileceği yapısal değişikliklerin, aneminin gelişimine sekunder olarak katkıda bulunabileceğini söylemek mümkündür. Çünkü yapısal olarak değişikliğe uğramış eritrositler eritrofagositoz olarak bilinen işlemle makrofajlar tarafından vücuttan uzaklaştırılırlar ve bu durum şiddetli olursa anemiye neden olur22,23. Friedman24 oksidatif stresin eritrositlerde hasara neden olduğunu bildirmiştir. Çalışmada tayleriyozisli sığırların MDA düzeylerinde saptanan önemli artışlar, benzer çalışmaların23,25 sonuçlarıyla uyumlu bulunmuştur.
Vitamin E (alfa tokoferol formunda) biyolojik membranlardaki lipoproteinleri oksidasyondan koruyan en önemli yağda çözünen antioksidandır7,26,27. Bunun yanı sıra vitamin C (askorbik asit) ise biyolojik sıvılardaki en güçlü suda eriyen zincir reaksiyonlarını kıran antioksidandır28. Lipid peroksidasyonu önlemede vitamin E ile vitamin C arasındaki sinerjizm iyi bilinmektedir. Vitamin C, vitamin E’nin antioksidan etkisini artırırken organizmada düzeylerinin azalmasını da önlemektedir26,29. Her ne kadar ruminantlar kendi ihtiyaçları olan düzeyde vitamin C sentezleyebilseler de, ruminal mikroflora tarafından vitamin C’nin yıkımlanması nedeniyle zaman zaman yetersizlikler oluşabilmektedir30. Bu çalışmada zincir kıran antioksidanlardan olan vitamin E ve C’nin hasta gruplardaki düzeyleri kontrollere nazaran önemli derecede düşük saptanmıştır. Bu azalmaların nedeninin, yine bozulmuş olan oksidan dengeyi dengelemek adına bu vitaminlerin yoğun kullanımıyla alakalı olduğu düşünülmektedir.
Sonuç olarak, Theileria annulata ile enfekte sığırlarda plazmadaki antioksidanların (CAT, GSHPx, vitamin E ve vitamin C) azalması ve eritrosit MDA düzeylerindeki artışlar hastalıkta oksidatif stresin geliştiğinin önemli göstergeleridir. Ayrıca oksidatif stres, direk olarak olmasa da, birçok olayda hastalığın şiddetini artıran sekunder faktör olarak etkidiğinden bu tip hastalıklarla mücadele planlanırken oksidatif stresin göz ardı edilmemesinin gerektiği düşünülmektedir.