Anatomi laboratuvarları, insan bedeninin ve dokularının eğitim amacıyla kullanıldığı özel çalışma ortamlarıdır. Bu dokuların çürümesini önlemek için çeşitli koruma yöntemleri uygulanmaktadır. En yaygın kullanılan yöntem formaldehit içeren solüsyonlarda muhafaza etmektir. Bunun yanı sıra, dondurucularda saklanan dokular ve kuru kemikler de laboratuvarlarda bulunmaktadır
13. Fizyolojik koşullarda insan iskelet kasları steril olmasına rağmen, oronazal bölge, kalın bağırsak, deri, perineum gibi bazı anatomik bölgeler doğal olarak zengin bir mikrobiyal çeşitliliğe ev sahipliği yaparlar. Formaldehit, proteinleri denatüre ederek ve hücresel yapıları tahrip ederek mikroorganizmalar üzerinde antimikrobiyal etki gösterir. Bu özelliği sayesinde kadavra ve dokulardaki mevcut mikroorganizmaları elimine ettiği ve eksojen kolonizasyonu engellediği bilinmektedir
3,13. Ancak bazı çalışmalar formaldehite kullanımına rağmen veya uygulamanın yetersizliğine bağlı olarak kadavra dokularında çeşitli mikroorganizmalar üreyebildiğini göstermiştir
14,15. Bu durum laboratuvar ortamındaki havanın mikrobiyal kontaminasyonu için potansiyel bir kaynak oluşturabilmektedir.
Çalışma ortamlarının kapalı hava kalitesinin belirlenmesi, laboratuvarlarda mikrobiyal kontraminasyon risklerinin değerlendirilmesi ve kontrolü için yapılan ölçümler son derece kıymetlidir7. Bu çalışmada anatomi laboratuvar havasındaki mikroorganizma çeşitliliğini tanımlamak için petri kabı açma yöntemini kullanıldı. Sedimantasyon prensibine dayanan bu yöntem, havadaki partiküllerin yerçekimi etkisi ile besiyeri üzerine düşmesi esasına dayanır. Bu yöntemde ağırlığı fazla olan partiküllerin daha önce düşmesi sebebiyle büyük partikülleri toplama eğilimindedir6. Bununla birlikte ortamda bulunan hava akımları, insan hareketleri veya ısı farkları gibi etkenler partikül çökme hızını ve dağılımını etkileyebilmektedir. Ancak petri kabı açma yönteminin hiçbir ekipman gerektirmemesi, masrafsız ve basit olması, havadaki mikroorganizma yükünü sayı olarak belirlemede yetersiz olsa da, mikroorganizma türlerini tanımlamada etkili bulunmuştur16.
Standart bir hava örneklemesi için evrensel kabul görmüş protokollerin olmaması, hava akışı, ortamda bulunan kişi sayısı ve kişilerin koruyucu ekipman kullanımı gibi değişkenlerin sonuçları etkilemesi, ayrıca besiyerine düşen mikroorganizmalardan hızlı üreyen türler yavaş üreyenlerin üzerinde baskın koloni oluşturarak tespitlerini zorlaştırması nedeniyle çalışmamızda mikrobiyal yük nicel olarak hesaplanmamıştır12.
Keiler ve ark.3 2024 yılında gerçekleştirdiği bir çalışmada, anatomi laboratuvarı ortamındaki mikrobiyal yük çalışma öncesi, çalışma sırasında ve çalışma sonrasında değerlendirilmiş, en yüksek mikrobiyal çeşitliliğin laboratuvar kullanımı esnasında saptandığı bildirilmiştir. Biz de çalışmamızda öğrenci ve personelin maruz kaldığı iç mekan havasını temsil edebilmesi amacıyla, örnekleme zamanını laboratuvarın aktif olarak kullanıldığı saat dilimine denk getirdik. Keiler ve ark.3 öğrenci çalışmaları sırasında laboratuvarda en çok Micrococcus luteus (M. luteus), Staphylococcus hominis (S. hominis), Staphylococcus capitis (S. capitis), S. epidermidis türleri izole ettiklerini, ancak hiçbir mantar türüne rastlamadıklarını belirtmiştir. Buna karşın çalışmamızda en sık S. aureus ve B. subtilis görülürken %19,2 oranında A. flavus tespit edildi.
Ameliyathanedeki mikrobiyal kontaminasyonu değerlendiren bir çalışmada, hem aktif (mikrobiyolojik hava örnekleme cihazı), hem pasif (petri kabı açma) yöntemler kullanılarak hava kontaminasyonu analiz edilmiş ve her iki yöntemin sonuçlarının birbirleriyle ilişkili olduğu bildirilmiştir. Araştırmacılar, her iki yöntemin de rutin gözlem amacıyla kullanılabileceğini belirtilmiştir. Napoli ve ark.8 yöntem seçiminin araştırma amacına yönelik yapılması gerektiğini; örneğin ameliyat bölgesinin kontaminasyon riskini değerlendirmeye yönelik durumda, petri kabı açma yönteminin senaryoya daha uygun olabileceği vurgulanmaktadır. Petri kabı açma yöntemi, diğer aktif yöntemler kadar hassas olmasa da eğitim kurumlarının kısıtlı bütçeleri göz önüne alındığında, basit, düşük maliyetli ve oldukça işlevsel bir alternatif olarak değerlendirilmektedir. Çalışmamızda petri kapları yeterli süre (60 dakika) ortamda bekletilmesi sayesinde mevcut mikroorganizma çeşitliliğinin büyük ölçüde yakalandığı düşünülmektedir.
Hayleeyesus ve Manaye7 üniversite kütüphanelerinde yaptıkları çalışmada pasif örnekleme yöntemi kullanarak ortam havasında bakteriyel ve fungal çeşitlilik tespit etmiş; en sık Micrococcus sp., S. aureus, Streptococcus pyogenes (S. pyogenes), Bacillus sp. ve Neisseria sp. bakterilerini ve Cladosporium sp., Alternaria sp., Penicillium sp. ve Aspergillus sp. mantarları izole edilmiştir. Çalışmamızda da benzer şekilde S. aureus, S. epidermidis, B. subtilis, Penicillium spp. ve A. flavus tespit edildi. Ancak, bunların yanında S. mitis, difteroid basiller, C. albicans, Pseudomonas aeruginosa, (P. aeruginosa) gibi farklı türler de bulundu. Bu durum kütüphane ortamlarının düşük nem, sınırlı biyolojik materyal ve insan hareketliliğinin nispeten az olması gibi özellikleri ile kadavra kullanılan anatomi laboratuvarlarından farklılık göstermesi nedeniyle; ortamdaki mikrobiyal dağılımın ve kontaminasyon risklerinin de değişmesinden kaynaklanabilmektedir. Ayrıca söz konusu çalışmada mikrobiyal yük kantitatif olarak belirlenmişken, bizim çalışmamızda yalnızca nitel mikrobiyal çeşitlilik değerlendirilmiştir7.
Onabanjo Üniversitesi dört fen laboratuvarlarında yapılan pasif yöntemle gerçekleştirilen bir çalışmada izole edilen bakterilerin %33’ü Bacillus spp., %27’si S. aureus, %23’ü Micrococcus spp. ve %17’si Pseudomonas spp. olarak saptanmıştır (17). Bu sonuçlar bizim elde ettiğimiz S. aureus (%50) ve B. subtilis (%61.5) oranlarına göre daha düşüktür. S. aureus gibi patojen türlerin yüksek oranda bulunması muhtemelen yoğun insan trafiği, yetersiz havalandırma ve yüzey hijyeninin yeterince sağlanamaması ile ilişkilidir. Kadavra ve kemik odasında mikroorganizma çeşitliliği daha az iken, laboratuvar ve bekleme alanlarında çeşitlilik daha fazladır. Kadavra ve kemik odasına giriş çıkışların kontrollü olması bu durumun sebepleri arasında olduğu düşünülmektedir. Çalışmamızdaki üreme oranlarına bakıldığında özellikle B. subtilis’in birçok alanda baskın olarak izole edilmesi, bu türlerin spor oluşturarak uzun süreli çevresel dayanıklılık göstermelerine bağlanabilir. Sporlar kapsüllü yapıları sayesinde sıcak, kuruluk, radyasyon ve dezenfektan gibi zorlayıcı çevresel koşullara karşı olağanüstü direnç gösterirler. Ayrıca, laboratuvar ortamlarında spor formu sayesinde yüzeylere yapışabilir, havada asılı kalabilir ve uygun koşullar oluştuğunda yeniden çoğalabilirler18.
Laboratuvarın dört farklı alanından (kadavra odası, kemik odası, asistan odası ve tuvalet) alınan 16 örneğin tamamında üreme gözlenmiştir. Kadavra odasında B. subtilis %100 ve Penicillium spp. %25; kemik odasında S. epidermidis %100 ve B.subtilis %50; asistan odasında B. subtilis %100, S. epidermidis %50 ve difteroid basiller %25; tuvaletlerde ise S. epidermidis %100 ve B. subtilis %50 oranında tespit edilmiştir. Bu bulgular, Sonmez ve ark.’nın19 otopsi odasında gerçekleştirdiği mikrobiyolojik analizlerle paralellik göstermektedir. Söz konusu çalışmada, hem pasif hem aktif hava örneklemelerinde konsantrasyon bakımından Bacillus spp., S. epidermidis ve S. aureus en sık izole edilen bakteri grupları arasında yer almış; özellikle Bacillus türlerinin ve koagulaz-negatif Staphylococcus’un baskınlığı dikkat çekmiştir. Bu durum, hem çevresel spor oluşumu hem de insan kaynaklı (cilt ve çevre) kontaminasyonun laboratuvar ortamında yaygın olduğunu desteklemektedir.
Çalışmamız ön tarama amacıyla yapılmış olup kantitatif veri sağlamamaktadır. Kadavra gibi yüksek riskli ve kritik alanlarda, örnek sayısının sınırlı olması çalışmanın yorumlanmasını kısıtlayabilir; bu nedenle gelecekteki çalışmalarda daha fazla örnekle desteklenmesi önerilmektedir.
Sonuç olarak Fırat Üniversitesi Anatomi anabilim dalına ait laboratuvar ve asistan oda havalarının mikrobiyolojik incelemesi, bu alanların bakteri ve mantar yükü açısından kontamine olduğunu göstermiştir. B. subtilis’in %100’e yakın oranlarda izole edilmesi, spor formunun laboratuvarlarda uzun süre kalabildiğini göstermektedir. Bu durum, düzenli dezenfeksiyonun yanında HEPA filtreli havalandırma sistemlerinin kullanımını da gerekli kılmaktadır. Ayrıca laboratuvara giriş ve çıkışlarda el dezenfektanının, eğitim sırasında maske kullanımının zorunlu hale getirilmesi ve yüzey dezenfeksiyon sıklığının artırılması önem arz etmektedir. Çalışmamız ile öğrenci ve personelin maruz kalabileceği potansiyel biyolojik riskleri azaltmak amacıyla, iç mekan havasında bakteri ve mantar üremesini ve yayılımını destekleyen çevresel faktörlerin kontrol altına alınması gerekliliğini ortaya koymaktadır.