Mikro elementler organizmada çok sayıda yapısal katalitik ve düzenleyici fonksiyona sahip olup, özellikle bağışıklık sisteminde önemli rol oynarlar
5,28. Hayvanlar ihtiyaç duydukları iz elementleri ekolojik duruma göre günlük olarak rasyondan veya çayır ve mera bitkilerinden temin ederler. Bakır, selenyum ve çinko gibi mikroelementler özellikle immun sitem üzerine etkili olup, bu etkide selenyum ve çinkonun önemi daha fazladır
29,30. Selenyum vücudun en önemli antioksidan enzimi olan GSHPx'in bir komponenti olması nedeniyle lipidlerin oksidasyonu sonucu oluşan lipid peroksitlerin yıkımlanmasında önemli rol oynar. Bu sayede hücre zarının bütünlüğünün sağlanması ve korunmasında önemli fizyolojik görev üstlenir
18,31-34. E vitamini ile GSHPx serbest radikallere karşı birbirlerini tamamlayıcı etkilere sahiptir. E vitamini, peroksit ve hidroperoksitler gibi radikallerle karşılaştığında sahip olduğu hidrojen protonlarından birini vererek bu radikalleri doyurur ve böylece bu radikallerin etkinliklerini azaltır. Selenyum ise peroksitleri GSH-Px aracılığı ile inaktif ürünlere parçalayarak hücresel zarları oksidatif zarardan korur
34,35.
Doğuma yakın dönemdeki ineklerde genellikle gıdayla alınan selenyumla alakalı olarak selenyum düzeylerinin azaldığı bildirilmektedir. Özellikle gebelerin fetüse etkili şekilde selenyumu transfer etmeleri nedeniyle, yetersiz selenyum alan gebelerde doğum sonrası dönemde retensiyo sekundinarum ve mastitis olayları daha sık ortaya çıkmaktadır. Selenyum, bakır ve çinkonun düşük veya yetersiz düzeylerde olması bağışıklığın azalması, mastitis insidensinde artma ve diğer sağlık problemleriyle alakalı bulunmuştur36. Birçok hastalıkta oksidatif stresin sekonder olarak etkileyen bir faktör olduğu düşünülmektedir. Özellikle organizmada oksidatif savunma yeteneğinin azalması sonucu hastalıklar ve bu hastalıklarla ilişkili olarak klinik semptomlar oluşabilmektedir37. Organizmada oksidatif stresin gelişip gelişmediğinin en önemli göstergesi MDA düzeyinin belirlenmesi olup, plazmada artan MDA düzeyleri lipid peroksidasyonun belirleyicisidir15,16,38. Lipid peroksidasyon terimi organizmada başlıca doymamış yağ asitlerinin oksidasyonunu ifade eden enzimatik olmayan bir zincir reaksiyonudur39,40. Bu reaksiyon sonrasında başlıca lipid peroksitler ve diğer zararlı ara ürünler oluşmaktadır.
Çalışmadaki sonuçlar incelendiğinde her iki grupta da doğum zamanında lipid peroksidasyonun (MDA) arttığı anlaşılmaktadır. Kontrol grubunda doğum zamanı artan lipid peroksidasyonun doğum sonrası dönemde de artmaya devam ettiğinin göstergesi olarak, doğumdan 3 hafta sonra ölçülen MDA düzeylerinin hala yüksek olduğu belirlenmiştir. Mineral solüsyonunun uygulandığı deney grubunda ise, doğum zamanı artan MDA düzeylerinin doğumdan sonra düşmeye başladığı ve dolayısıyla da lipid peroksidasyonun azaldığı sonuçlardan anlaşılmaktadır. Her iki grupta da doğum zamanı artan MDA düzeyleri bu süreçteki yoğun stresin önemli göstergesidir. Ancak deney grubunda MDA düzeylerinin doğum sonrası dönemde azalması, muhtemelen uygulanan mineral solusyonuna bağlı olarak antioksidan savunma yeteneğindeki artışa bağlanmaktadır. Bu artışta özellikle uygulanan solusyondaki selenyumun GSHPx aktivitesindeki artışa neden olmasının etkili olduğu düşünülmektedir.
Hem deney hem de kontrol grubunda antioksidan enzimlerden GSHPx ve CAT düzeylerinde doğum zamanı gözlenen azalmaların yoğun stres nedeniyle kullanımlarının artışından kaynaklandığı düşünül-mektedir. Devam eden süreçte kontrol grubunda stresin olumsuz etkilerinin halen devam ettiğinin göstergesi olarak bu enzim düzeyleri azalmaya devam etmiştir. Deney grubunda ise doğum zamanı gözlenen azalmaların sonraki süreçte yeniden artmaya başlaması, stresin olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılmaya başlandığının göstergesi olarak kabul edilebilir.
Vitamin E (alfa tokoferol) biyolojik membranlardaki lipoproteinleri oksidasyondan koruyan en önemli yağda çözünen antioksidan iken41,42, vitamin C (askorbik asit) biyolojik sıvılardaki en güçlü suda eriyen antioksidandır. Lipid peroksidasyonu önlemede vitamin E ile vitamin C arasında bir sinerjizm mevcuttur. Vitamin C, vitamin E'nin antioksidan etkisini artırırken organizmada düzeylerinin azalmasını da önlemektedir43,44. Her ne kadar ruminantlar kendi ihtiyaçları olan düzeyde vitamin C sentezleyebilseler de, ruminal mikroflora tarafından vitamin C'nin yıkıma uğraması nedeniyle zaman zaman yetersizlikler oluşabilmektedir43. Çalışma sonuçlarına bakıldığında, zincir kıran antioksidanlardan olan vitamin E ve C'nin her iki gruptada çalışmanın başlangıcında belirlenen düzeylerinin doğum zamanı ve sonrası dönemlerde azalarak devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu azalmaların nedeninin bozulmuş olan oksidan dengeyi sağlamak adına bu vitaminlerin kullanımıyla alakalı olduğu düşünülmektedir.
Plazma vitamin E düzeylerinin geçiş dönemi boyunca azaldığı ifade edilmiş ve düşük antioksidan kapasitenin periparturient dönemindeki sığırlarda gözlenen hastalıklarla alakalı olduğu45,46 vurgulanmıştır. Ayrıca geçiş dönemindeki bazı hastalıklarda hem MDA düzeylerinde artış, hem de antioksidan vitamin düzeylerinde azalmalar yapılan çalışmalarda47,48 saptanmıştır. Mevcut çalışmanın sonuçları bu bildirimlerle de ayrıca uyumlu bulunmuştur.
Sonuç olarak, geçiş dönemindeki sığırlarda eritrosit MDA düzeylerindeki artışlar ile plazmadaki antioksidanların (CAT, GSHPx, vitamin E ve vitamin C) azalması bu dönemde oksidatif stresin geliştiğinin önemli göstergeleridir. Bununla beraber özellikle selenyum, bakır, çinko ve mangan içeren bir mineral solusyonunun geçiş döneminin başında uygulanmasının doğum sırası ve sonrasında gözlenen oksidatif stresi azaltmada etkili olduğunu söylemek mümkündür.